Sayın okurlar;

Köşemden hemen ifade edeyim ki fevkalade bir durum olmadan ben, yazılarımda kişi, kurum ve kuruluşları pek fazla konu etmem. Üzerinde durduğum ana konular, daha çok yorumlara açık, güncel konulardır. Bugün de böyle bir başlık koydum ve genel anlamda bu konudaki düşüncelerimi yorumlamaya çalışacağım. Geçen yazılarımda da ifade ettiğim gibi müşkülatları yerine ve zamanına göre eleştirmek de irademin haricinde değildir.

Sayın okurlar;

Bilmek ve bilmemek konusu, sıradan basite alınacak, sadece iki kelime değildir. Bilmekte, çözüme doğru ciddi düşünceler ve sonucu aydınlatmak vardır. Bilmemekte ise kısaca cehalet yatar. Ancak “bilmiyorum” sözcüğünü kişi, kendi beyanıyla kullanıyorsa, burada da büyük bir tevazu ve asalet vardır. Yani bu konu, yeni yeni sevdalanmaya başlamış, duygusal bir düşünceyle geçiştirilemez. Niye mi? Biliyorum kelimesi, çoğu zaman yüzde bir hatayı dahi kabul etmiyor. Yani atışlarda on birden vurduğun zaman, on ikiyi vurdu denmez. Doksan dokuza da yaklaştık diye yüz diyemeyiz. Bu nedenle, çok okumak, öğrenmek bir gıdadır ve okuyan insanlık bilen insanlıktır. Aydınlanma, gerçeği görme, tefrik edebilme (ayırma) ve de hak hukuk okumakla, öğrenmekle, tecrübelerle olur. Böyle olunca, bu da hiçbir hazine ile değiştirilemez. Bilmek, insanoğlunun en güç elde ettiği sanattır. Bilindiği takdirde, akıllı her insanın bir kitap olduğu da görülür. Bilmek ve bunu, insanlığın hizmetinde en faydalı şekilde kullanmak ise alışkanlıkların en asilidir. ÂDEMİN HAYVANİYETİ ÇOK YEMEKLE, İNSANİYETİ BİLMEKLE OLUR.

Sayın okurlar;

Örneğin; kendisini bilmekten uzak bazı seviyesizler, bilenlere “Sen bilmiyorsun.” Dedikleri için, cahil olduklarını bir defa daha göstermişlerdir. Ucuz ve dalkavukların da bilgisiz kabadayıları, işte bu nedenle cehalet içerisinde insanları her türlü saadetten, mutluluktan mahrum etmişlerdir. Öte yandan, bilmemezlik çok kolay olduğu ve ucuz elde edildiği için, toplumlar da çoğu bilgisizdir. Ancak lafazanlık, gevezelik, çekirge gibi her daim zıplamalara bu yönde pek fazla iltifat edildiğinden olacak ki bir anda bu türden insanlar, çekirgenin zıplaması gibi avuçların ortasına düşerler. Serserinin elinde kalem, öte yandan suyun kuvvetini tanımayan değirmenin fikrindeki güç, kendisinden sanılırmış. Hiç düşünmüyoruz ki bu kalemi bir yazan, bu değirmeni döndüren bir kuvvet var. İşte bunun için, gerçek bilenler, konuşmadan evvel düşünür, hareket etmeden evvel de ölçerler. Bildiğini zanneden ve kendisini aldatan zavallı da farenin karşısında aslan, aslanın karşısında fareye döner. Dikkat edin, “her kim olursa olsun, tüm bilgisizlerin yapamayacağı şey hemen hemen hiç yoktur.” İşte asıl anormallik de burada başlıyor. Çünkü bilmediğini bilmiyor. Bilgisiz, ne geriye bakar ne ileriye bakar,  gölgesini de tanımaz, üstelik kalkar gölgesine ok atar. Buradan hareketle diyorum ki şu ok, yay, silah, insanoğlu gibi biraz düşünüp görseydi, her parmağın arasına girer miydi? İşte yüksek bilgide deha, belli bir konuya yöneltilmiş, derin bir dikkatin, görev anlayışının, sorumluluğun, yetkilerin, hakkın ve hukukun içerisindeki kullanışa bağlı kalarak ortaya çıkmıştır. Kuşburnundan gül, çaputlardan, pırtılardan ipek tül elde edemezsin. Ne demişler, her şey aslıyla kaimdir.