Sayın Okurlar;

Gerçek tabip, teşhisten tedaviye gider, hastasının sağlığı için nazla niyazla uğraşmaz. Bu hal, örnek insan olmanın her konumunda da olsa hassasiyetini koruması gerekir. Böylece, ilk etapta sebepler görülür, sebepler düşünülür, daha sonra teşhisi yapılır yani önemli olan sonuçların tedavisi değil sebeplerin tedavisine gidilir. Kısaca özetlersek, son nefeste, hastaya buzlu hoşaf ikram etmek, akıl tutulmasından başka bir işe yaramaz.

Sayın Okurlar;

Tencere kaynarken, maymun oynarken güzel olur. Haklılığın, güçlülerin hâkim olduğu yerde, söz bir nevi denizin ortasında saman çöpü gibi kalır. Örneğin; her yanı cam evde oturuyorsak, sağa sola taş atmayı düşünen akılda arıza vardır. Hercai olan, desinlere giden şımarıklar,  bunun için hiç düşünmeden kendi menfaatlerine göre her renge girerler. Bundan böyle,  asaletli düşünceyle,  rezaletli düşünceyi birbirine katmayalım. Bilinmelidir ki harici nur olmadıkça renklerin görülmesi mümkün değildir. Arif kimseler,  taşı tutsalar altın olur, reziller altını tutsa taş olur. Teşbihte hata olmazsa,  eşek müşteri olup çarşıyı gezseydi yemek için ham kavunu, elbisesi için semer seçerdi.

Şüphesiz,  her hırsız geceyi sever yani cihanı parlatan güneşin ışığında hırsızlığa tevessül etmezdi. Bundan böyle, bilmezsek işin kolayını pek tabi berbat ederiz alayını. Bunun için kendini, işini, gücünü, eşini ve aşını bilmeyen kafanın, bostan korkuluğundan farkı yoktur.

Bütün mesele aklın yolundaki doğruluktadır. Özetle, gerçeği gören akıl taviz vermez, Hakkın, Hukukun, Adaletin, İnsanlığın potasından ayrılmaz.