Sayın Okurlar,

Yağız atlar, özellikle Arap tayları, kendilerine kamçı vurdurmazlar. Bir anda, üzengi darbesiyle, bulunduğu yerden, yıldırım gibi fırlarlar ama koskoca ağır ile tarlaya tapana koşulan öküz (öğendere: ucu iğneli sopa) ile dürtülmedikten sonra harekete geçmez. Bu, evvela bir yaratılış ve hayvandaki içgüdü meselesidir.

Sayın Okurlar,

İnsanoğlunun hayatından da bazen bu böyledir. Örneğin; bilinmelidir ki, iş insanın aynasıdır. Dikkat edilirse, ikazla, uyarı ile devamlı hatırlatmalarla iş yapmaya kalkan insan, çoğu zaman vurdum duymazdır. 13.yy’dan günümüze kadar gelen halk deyimlerinin içerisinde, şu sözde güzeldir. (İti zorla davara gönderirsen, uluya uluya kurt getirir. Bir şiirinde M. Mahmut Paşa şöyle diyor:

Vahdet kelamı şafi değil mi?

İnsana bir söz kafi değil mi?

Sayın Okurlar,

Genelde akıl, dil, göz, kulak görevini yaparken, yanlışa giriyorsa böyle uzuvlara itibar edilmez. Ayaklar, eller, devamlı isabetsiz ise sebebi, arızalı akıldaki mantıksız düşüncedir. Akıllı düşünürler, çoğu zaman, kalbi ile karar verirler. Bu nedenle (aklın uşağı olan bir kalp sevilmez. Allah’ın yanında en hayırlısı, nefsin yanında en şereflisi ve insanların yanında onlardan birisi olmak ne güzeldir.) kabiliyetsizi, hantalı, ense kulak büyütmeyi alışkanlık haline getirenlere, bir işi öğretmek, kubbede ceviz durdurmak gibidir. Çünkü kabiliyeti, buna müsait değildir. Aklında, dilinde, işinde hüneri olana, hazine teslimi çok uygundur. Bunun için balıkların, suda bekçiye ihtiyaçları yoktur. İş yapmayanlar, bir nevi hasır kamışı, üretenler ise şeker kamışı gibidirler. İşini, gücünü, sözünü bilmeyenler, ömrünün başında kaybettiklerinin farkında değillerdir. Büyük kalarak yaşamanın şartı, eser bırakması, her küçüğü tanıması ve bilmesi özelliğidir. Böyle olunca, akıl  hazine, yapılan her işte arifane olur. Aslan’ın gölgesinde çakal barınmaz, çakalın, kurdun uluması da çoban köpeğini korkutmaz. Yani, bir gün, bir Molla Kasım çıkar sorar: “Elime ne döktün ki yüzüme ne süreyim?”. Özetle, Hayat, Okumak ve Çalışmak Fazilettir.