18 Mart 1915’de başlayan ilk saldırı 9 Ocak 1916 tarihinde karşı donanmanın ülkeyi tamamen terk etmesi ile son bulmuştur. Bu yıl 103’üncü yılını kutladığımız bir devrin battığı yenisinin doğduğu günü bir kez daha minnetle sevgiyle saygıyla anıyoruz.

Kahramanlık adına yazılan en büyük destanlardan biridir ÇANAKKALE

Çanakkale Zaferi hem kahramanlığın hem de birliğin sembolüdür.

Kendi tarihimizden Çanakkale zaferini okuduk öğrendik. Aynı kaderi paylaşan, ama karşı taraftan olan binlerce askerin de hayatını bıraktığı Çanakkale savaşlarını, bir de onların gözüyle görmek, okumak gerektiğini düşünüyorum…

Fransız Mareşal Foş’a “Bana 600 bin kişilik ordu verseler, Mustafa Kemal’in 50 bin askerinin üzerine gitmeye tereddüt ederim.”

Anzak General Bridges’e de “Askerlerimiz! Türkler gibi mert bir milletle savaştığınız için daima iftihar edebilirsiniz.” dedirten zafer!

Okuyunca duygulandıran, savaşın şiddetini ve acımasızlığını gözler önüne seren Yozgatlı Ali’nin Çanakkale’den ailesine yazdığı mektup

KINALI ALİ

O, vatan için her şeyini feda edecek olan “kınalı kuzularda” biriydi. Yozgat’tan gelmişti Çanakkale’ye. Küçücüktü… Anası kına yakmıştı saçına… Çanakkale’ye uğurlarken; daha binlerce vatan evladı gibi.

Çanakkale savaşından göz yaşartan bir mektup

Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken, bir yandan da onlarla Sohbet ediyor, “Nerelisin?” gibi sorular soruyordu.

Gözleri bir ara, saçının ortası sararmış bir delikanlıya takıldı Yanına çağırdı ve merakla sordu:

“Adın ne senin evladım?” dedi.

“Ali, komutanım” dedi.

“Nerelisin?”

“Tokatlıyım komutanım, Tokat’ın Zile kazasındanım”

“Peki evladım, bu kafanın hali ne?”

“Saçlarının ortası neden kırmızı boyalı böyle?”

“Cepheye gelmeden önce anam saçıma kına yaktı komutanım. Neden yaktığını da bilmiyorum.”

“Peki” dedi üsteğmen. “Gidebilirsin Kınalı Ali.”

O günden sonra Ali’nin adı “Kınalı Ali” oldu.

Cephede tüm arkadaşları Kınalı Ali demekle yetinmiyor, saçındaki kınayı da alay konusu yapıyorlardı. Kınalı Ali, arkadaşlarına karşı sevecen ve dürüst tutumu sayesinde, kısa sürede hepsinin sevgisini kazandı.

Bir gün memleketine mektup göndermek için arkadaşlarından yardım istedi.

Anama, babama burada iyi olduğumu bildirmek istiyorum.

“Ama okumam yazmam yok. Biriniz yardım edebilir misiniz?”

Biri değil, birçok arkadaşı yardıma geldi.

” Sen söyle biz yazalım” dediler.

Kınalı Ali söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, diğeri de söylenenlerin doğru yazılıp yazılmadığını denetliyordu.

“Sevgili anacığım, babacığım hasretle ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin.”

Kız kardeşini, kendinden küçük erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını sorduktan sonra, köydeki herkesin burnunda tüttüğünü ve kimsenin kendisini merak etmemesini söyledikten sonra, biz burada var oldukça bilesiniz ki düşman bir adım bile ilerleyemeyecektir tümcesi ile bitiriyordu.

Tam zarf kapatılırken Ali “iki üç satır daha ekleteceğini” söyleyerek mektubun sonuna şunları yazdırdı.

“Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın ama, Burada komutanlarımda, arkadaşlarımda benle hep dalga geçiyorlar. Cepheye gitmek sırası yakında inşallah kardeşim Ahmet’e gelecek, Onu gönderirken sakın kına yakma saçına. Burada onunla da dalga geçmesinler. Tekrar ellerinden öperim anacığım.”

Gelibolu’da savaş giderek şiddetleniyordu. İngilizler kesin sonuç almak için tüm güçleriyle yükleniyorlardı. Cephede savaşan askerlerimiz önceleri birer, birer, sonraları beşer beşer, onar, onar şehit oluyorlardı. Gelen destek güçleri de yeterli olmuyor, onlarında sayıları giderek azalıyordu.

Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali’nin komutanı bu durum karşısında çaresizdi. Kendi bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Genç erlerine insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu cepheye göndermek zorunda kalmaması için Allah’a dua ediyordu.

Komutanlarını düşünceli ve sıkıntılı gören Kınalı Ali ve arkadaşları, komutanlarına gidip, ondan kendilerini cepheye göndermesini istediler. Askerlerinin ısrarları üzerine komutanları daha fazla direnemedi  ve ölüme gönderdiğini bile, bile bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı.

Kınalı Ali ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye, bile bile ölüme gidiyorlardı.

O gün güle oynaya Gelibolu cephesinde ölümle buluşacakları yere koşan Kınalı Ali’nin bölüğünden tek kişi geri dönmedi. Gidenlerin tümü şehit olmuştu. Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Ali’ye anne, babasından mektup geldi. Onun yerine komutanı aldı mektubu ve buruk bir ifade ile okumaya başladı. Cepheye gitmeden önce arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna aile adına babası yanıt veriyordu.

“Oğlum Ali, nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim. Öküzü sattık, parasının yarısını sana gönderiyoruz, yarısını da yakında cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Fazla yorulmuyorum da. Sen sakın bizi düşünme.”

Babası mektupta köydeki herkesten akrabalarından haberler verdikten sonra “şimdi sana ananın diyeceği var.” diyerek sözü ona bırakıyordu.

Mektubun bundan sonraki bölümü Kınalı Ali’nin anasının ağzından yazılmıştı şöyle diyordu anası; “Oğlum Ali, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de yakma demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler…  Bizde üç işe kına yakarlar;

  1. GELİNLİK KIZA, GITSIN AILESINE, ÇOCUKLARINA “KURBAN” OLSUN DİYE
  2. KURBANLIK KOÇA, ALLAH’A “KURBAN” OLSUN DIYE
  3. ASKERE GIDEN YIĞITLERIMIZE, VATANA “KURBAN” OLSUN DİYE

Gözlerinden öper, selam ederim. Allah’a emanet olun”

Ali’nin mektubu okunurken ve çevresindeki herkes onu dinlerken, hıçkıra, hıçkıra ağlıyordu.

(Bu mektubun aslı Çanakkale Müzesindedir.)

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, aziz şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi şükranla anıyorum…

Allah devletimizi ve milletimizi bir daha zor durumlara sokmasın ve hep zaferler ihsan eylesin…