Ömür boyunca birçok şeyle karşılaşır, birçok şey yaşarız. Acı günlerimiz de olur tatlı günlerimiz de. Bir şekilde yaşam sürer belirlenen süreyi doldururuz.

Yaşamaya giriş bölümüyle başlarız. Işığı görüp doğduğumuz evrenden itibaren, tanımaya anlamaya çalışırız hayatı…

Her insan doğumla başlayan, ölümle biten hayatın anlamını sorgular.

“Ne kadarı benim hayatım” diye soruyor musunuz? Ne Kadarını başkaları yaşamış benim yerime…

Ya da ben başkalarının?

“Aynadakinin ne kadarı benim, ne kadarı oynadıklarım?

Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllarından geriye…

Birileri için hayatı yemek, içmek, gezmek ve eğlenmek demek olabilir. Başkaları için çalışmak, üretmek, değer yaratmak; çevresine ve topluma faydalı olmak, katkı yapmak anlamına gelebilir.

Hayata anlam katan başka etkenler vardır.

Huzur ve mutluluk gibi huzurlu değilsek, mutlu olamayız. Mutlu değilsek, huzurlu olamayız. Bu iki duygu birbiri ile yöndeştir.

Kendimizi huzurlu ve mutlu hissettiğimiz sürece hayatımız anlamlı olur.

Hayatın neşeli, zevkli, keyifli ve eğlenceli bölümleri kuşkusuz en değerli ve anlamlı bölümleridir.

Kısaca hayata anlam katan şeyler farklı olabilir. Ayrıca hayatın tekrar yaşamak istediğimiz ve bir daha asla yaşamak istemediğimiz bölümleri de vardır.

Hayat nedir?

Nereden yapılır? Bilmiyorum.

**

Hayatı yaşanmaz kılan sanırım bizleriz. Hep bir beklentilerimiz oluyor. Gerçekleşmediğinde ise üzüntüler ve mutsuzluklar ortaya çıkıyor. Bir şeyleri değiştirme zamanı gelmedi mi?

Bu arada küçük bir not;

Mesela hızla okumayalım gazete yapraklarını, hemen ne olmuş, ne bitmiş yutup, bitirmeyelim…

Şöyle misler kokulu bir kahve hazırlayalım, sonra gazeteyi katlayarak, kahvemizin kokusunu içimize çekerek, ara sıra camdan dışarı bir seyir atarak, yağmurun yağışını izleyelim…  Sonra yine okumaya devam edelim…