5378 Sayılı Özürlüler (Engelliler) Kanunu: Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi “özürlü” olarak tanımlanmaktadır.

İster engelsiz (sağlıklı) ister engelli olsun her insan, Allah'ın yer yüzünde yarattığı en kıymetli ve en değerli varlıktır. Kur’an-ı Merimde; “ Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık.” (İsre, 70), “Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık” (Tin, 4), “Allah size şekil verdi ve şeklinizi en güzel yaptı” (Teğâbün, 3) ve “Sonra insanı şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrâk organları yarattı” (Secde, 9) anlamındaki âyetler, Allah’ın insanları en güzel ve en mükemmel biçimde yarattığını ifade etmektedir.

Allah, insanları bir çok yönleriyle değerlendirir. Bir başka ifade ile, ne verdi ise onunla imtihan eder veya vermedikleriyle de imtihan eder. Ama üstünlük ve  kıymet verme açısından değerlendirirken Allah tek ölçü takvadır. Yoksa Allah (c.c.) insanları servetleri, ırkları,  cinsiyetleri,  fizyolojik yapıları, engelli veya sağlıklı oluşları açısından değerlendirmez. Kur’an-ı Kerimde; "Allah katında en üstün olanınız en muttakî olanınızdır" (Hucûrât,12) anlamındaki âyet ile "Allah sizin sûretlerinize ve servetlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize (îman veya inkâr halinize) ve amellerinize bakar"[1] anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir.

Kur'ân’da görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engelliler ile hastalıklardan söz edilmektedir. Konu ile ilgili âyetlerin büyük çoğunluğu mecâzi anlamdadır. Fiziksel anlamda engellilik ve hastalık ile ilgili âyetlerin sayısı oldukça azdır.

Fiziksel anlamda âmâların savaşa katılma zorunluluğunun bulunmadığını ifade eden “Âmâya güçlük yoktur” (Nur, 61. Fetih,17) ayeti sorumluluklarının olmadığını ifade eder.

Engellilere değer verme bağlamında; Allah’a ve Peygambere yönelen görme özürlü insan, inkâr edip isyan eden zengin ve itibarlı insandan daha değerlidir. Bu husus, Abese suresinin ilk 12 âyetinde açıkça bildirilmektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) Mekke’nin ileri gelenlerini dine davet ile meşgul olması sebebiyle bir a’ma ile ilgilenmediği için uyarılmıştır:

“Kendisine o a’mâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü, yüz çevirdi. (Ey Peygamberim!) Ne bilirsin belki o a’ma temizlenip arınacak; yahut öğüt alacak da  bu öğüt kendisine fayda verecek, kendisini muhtaç hissetmeyene gelince sen ona yöneliyor, onun sesine kulak veriyorsun, (istemiyorsa) onun temizlenmesinden sana ne, ama sana Allah’a derin bir saygı ile korku içinde koşarak geleni bırakıp ondan gaflet ediyorsun; hayır böyle yapma, çünkü bu (Kur'ân sureleri) bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır.”( Abese,1-12)

Mecâzî anlamda âmâlık; gözlerin varlıkları görememesi değil, insanın gerçekleri görememesi yani "kalp körlüğü”dür. Mecâzî anlamda sağırlık; Allah ve peygamberin çağrısını duymazlıktan gelmek, ilâhî gerçeklere kulak tıkamaktır. Mecâzî anlamda dilsizlik; gerçekleri konuşmamak, hak sözü söylememektir. Allah, kalbi, aklı ve zihni, gözleri, kulakları ve dilleri sadece eşyayı değil aynı zamanda gerçekleri anlasın, görsün, duysun ve konuşsun diye de yaratmıştır.

Allah (c.c),  A'raf suresinin 179. âyetinde gerçekleri anlamayan kalp, gerçekleri görmeyen göz ve gerçekleri işitmeyen kulak sahiplerini sapık ve cehennemlik insanlar olarak nitelemektedir. Kur’ân’a baktığımız zaman bu anlamda kafir, müşrik ve münafıklara a’ma denildiğini görmekteyiz. “Hiç gören ile görmeyen bir olur mu?” (En’âm, 50 bk. Ra’d, 16). “Kör ile gören bir olmaz” (Fâtır,19-20 . bk. Mümin, 58). “Münâfıklar, sağır, kör (ve) dilsizdirler” (Bakara, 18). “Kâfirler; sağır, dilsiz (ve) kördürler, bundan dolayı anlamazlar” (Bakara, 171) anlamındaki ayetlerde geçen kör ile gören mecazi anlamdadır.

Bütün bunlarla beraber, dinimiz kişileri ancak güçlerinin yettiği şeylerden sorumlu tutar.[2] Dolayısıyla özürlü, engelli ve hasta olanlar ibadetleri güçleri nispetinde yerine getiririler. Mesela namazı ayakta kılmaya gücü yetmeyen bir yere yaslanarak, buna da gücü yetmeyen oturarak, buna da gücü yetmeyen sırt üstü ve yanı üzerine yatarak ima ile kılar. Hasta kimseler hastalığı süresince oruç tutmaz, iyileşince kaza eder. Tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanmış ise imkanı varsa fidye verir.[3] Abdest uzuvlarından birinde yara ve sargı bulunan kimse yarayı yıkamak zarar veriyorsa sadece meshetmekle yetinir. Görme özürlü, kendisini Cuma namazına götürecek kimse yoksa Cuma namazı yerine evinde öğle namazını kılar. Aklî melekesini yitiren kimse dîni görevlerden sorumlu değildir.[4] Bedensel engeli bulunan veya sağlığı yerinde olmayan kimse hac görevini yerine getirmekle yükümlü değildir. Çünkü hac, ancak gücü yetenlere, imkanı olanlara farzdır.[5] Hasta ve bedensel engeli olanlar, ekonomik imkanları varsa yerlerine vekil gönderebilirler.

Sabredenleri müjdele. Onlar, başlarına bir musibet gelince  ‘biz şüphesiz (ki her şeyimizle) Allah’a âidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz derler” (Bakara,155-156) buyurmaktadır.

Kimin iki sevgilisi (gözünü) alınır da, buna sabreder ve ecrini Allah’tan umarsa, sevap olarak cennetten başka bir şeye razı olmam”.[6]

Sonuç olarak insan, Allah'ın yer yüzünde yarattığı en değerli ve en üstün varlıktır. Yaratılış ve temel haklar açısından insanlar arasında fark yoktur. Allah, insanları fizik yapıları, engelli veya engelsiz oluşlarına göre değil iman, amel, ahlak, takva veya inkar, isyan ve zulüm açısından değerlendirir. Allah katındaki  en üstün insanın en muttakî insan olduğu belirtilir. (Hucurzt, 13)

Kur’ân’da az sayıda fiziksel anlamda, çoğunlukla mecâzî anlamda görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engellilik ile genel anlamda hastalıklardan söz edilmektedir. Fiziksel anlamdaki engellilik, ya benzetme veya dîni görevlerde ruhsat bildirme veya tedâvi etme veya değer verme bağlamında zikredilmektedir.

Mecâzî anlamda engellilik; îman etmeyen insanların ilâhî gerçekleri anlamamaları, görmemeleri, duymamaları ve konuşamamaları bağlamında geçmektedir. Ahiret hayatında görme, duyma ve konuşma engelli olmak ise; hakîkî ve mecâzi anlamda, kâfirler için gerçekten kör, sağır ve dilsiz olmaları veya kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleri, duyamamaları ve delil ile konuşamamalarıdır.

Özürlü, engelli ve hasta olan insanlar, ibadetlerini ancak güçleri nispetinde yaparlar. Bu kimselere dînî her türlü kolaylık sağlanmıştır. Aklî melekesini yitirenler ise ibadetle sorumlu değillerdir.

Allah c.c sağlıklı bir hayat yaşamayı cümlemize nasip eylesin.(Amin)

Ali Rıza TAHİROĞLU/ Bolu İl Müftüsü

[1] Müslim, Birr, 34, III, 1987; İbn Mâce, Zühd, 9, II, 1388; Ahmed, II, 285.

[2] Bakara, 2/286.

[3] Bakara, 2/184-185.

[4] Buhârî, Talâk, 11, VI, 168; Hudûd, 22,VII, 21; Ebû Dâvûd, Hudûd, 16, IV, 559; Tirmizî, Hudûd, 1, IV, 32; Nesâî, Talâk, 21, VI, 156; İbn Mâce, Talâk, 15. I, 658.

[5] Âl-i İmrân, 3/97.

[6] Tirmizî, Zühd 57. IV. 602-603.