Sayın okurlar;

Hangi yaşın, hangi başın, hangi sıfatın, makamın, ve de tahsilin içerisinde olursa olsun, bir insanda kendisini yüksek görme, havalarda uçma, gerilme kasılma gibi avami hareketler ve beyanlar varsa, bu düşünce, hırsı da beraber getirir, en basit ifadesi ile sözü söylerken, ağzı soğan gibi kokar, yüzü de adeta işkembenin ters yüzüne döner. İnsanoğlu, bu güne kadar başkalarına, hem cinslerine, aşağılıkla bakmasaydı, beşeri ilişkilerinde o derece saygın ve faziletli olurdu. Kibir ve gurur duygularında olan düşünce, en yakın dostunun başarılarını dahi kıskanmış, hırsından, hasetliğinden, fesatlığından, adeta çatlama noktasına gelmiştir. Bu tür hastalıkların tek sebebi, hayattaki ezilmişlikten, aşağılık kompleksinden kaynaklanmıştır. Bu da insanoğlunda, elbette ki düşünce dengesini bozmaktadır. Aslında, insanın hakiki asaleti faziletten gelir, yani doğuştan gelmez. Yeminden çok, karakterin asaletine güvenen insanlar başarılı olmuşlardır. Kibir, dostluğun zehridir. Kibir tayından aşağıya inmeyen ve bunu bir nevi meziyet sayan ( çatlak ve arıza dolu kafa) tek başına kalmış, meyvesiz kuru ağaç gibidir. Manasız ve şımarık gurur düşüncesinin gözü perdeli, dili de perdesizdir. Böyle kafalar ( benden sonra tufan der, günlerini gün ederken, böyle kelek kafasıyla, ömrünün sonuna kadar dışlanırlar, teşbihte hata olmazsa, eşeğin önüne doğranan, karpuz kabuğundan farksız olurlar.) Özünde cevher olmayan molozun (madenim) demeye dili yoktur. Kargayı, altın sarısıyla da boyasanız,  doğadaki sarı sandal kuşuna benzese de, BİR DEFA (GAK) DEDİ Mİ, KARGALIĞINI ORTAYA KOYAR. OLAY KISACA BUDUR. İŞTE BUNUN İÇİN, MÜTAVAZİ, SAKİN, OLGUN, DOLGUN VE ANLAYIŞLI OLMAKTA FAYDA VARDIR.