Günde ortalama onbeş-yirmi gencimizin terör olaylarında hayatını kaybettiği yıllar. Yani yetmişli yıllar. Öğretmen lisesindeyim. Okulumuz sağ-sol terör olaylarından oldukça etkilenmiş, öğretmenlerimiz dahi ikiye bölünmüştü. Ancak felsefe öğretmenimiz bu akımdan etkilenmeyen nadir hocalarımızdan biriydi.

Dersimiz felsefe. Öğretmenimiz orta yaşlarda saç özürlü. Ancak kulak üstü ile ense kısmındaki dökülmemiş saçlarını fazla uzatırdı. Ara sıra pantolonunun arka cebinden kadın tarağı diye adlandırdığımız bir tarağı çıkarır, özene, özene kalan saçlarının bir kısmını kulak üstüne, bir kısmını da saç özürlü yerle doğru tarardı. Ortanın üstünde bir boyu, fit bir yapısı vardı. Üzerine  toz kondurmazdı. Belki de bunun için; “FİTOZ” derdik. Kıyafetine, kurduğu cümlelere çok dikkat ederdi. Beyefendi bir insandı. Sınıfça çok severdik.

Yine her zamanki gibi beyaz gömleği, kravatı, ütülü lacivert takım elbisesi, boyalı ayakkabısı ile koltuğunun altında biç kaç kitap derse girdi.

Ayağa kalktık sınıfça. Hafif bir öksürdü, sınıfın kapısını yavaşça çekti kapattı. Ağır adımlarla, kendine güvenli, sakin yürüyüşü ile orta sıranın ortasına geldi, yönünü bize döndü askeri usul selamlaştık. Oturun arkadaşlar dedi. Bir gariplik vardı. Böyle resmi davranmazdı. Çok geçmeden anladık. Yarı alaycı, yarı ciddi “Çıkarın kağıtları, yazılı olacaksınız” dedi

O yıllarda yazılı sınavları yazı ile ifade şeklinde olurdu. Sınav günü, sınıfa en az iki hafta önceden bildirilir, bizler de ona göre sınava hazırlanırdık.

Arkadaşlarla kendi aramızda göz göze geldik.Şaka mı ciddi mi anlayamadık  ama şaşkın bir vaziyette  ağzımız yarı açık,  Aaaaaa….!  Çektik.

Ciddiydi bizim Fitoz. İki hafta önceden de sınav gününü bildirmemişti.

Yine sınıfça bir ağızdan itiraz ettik. Sabırla bizi dinledi. Yok… Söz tesir etmiyor Fitoz öğretmenimize. Sustuk.

Tamam dedi. TEK soru soracağım. Kitap, defter, tuttuğunuz notlar, sözlük, yardımcı kaynaklar hepsi serbest. Kabul mü?

Şaşırtmıştık. Olacak iş değil. Hem sınav oluyoruz, hem bütün dokümanlar serbest. Yine göz göze geldik. Ne yapmalıydık? Pazarlık başlamıştı. Kendi aramızda istişareler, sıraların arasından başımızı uzatıp diğer masadaki arkadaşlarla konuşmalar, derken cam kenarının arka sırasından bir ses: “Sınav esnasında arkadaşlarla konuşmakta serbest mi?” dedi

Eli arkasında, sıraların arasında o beyefendi yürüyüşüne devam eden FİTOZ, sesin geldiği tarafa yavaşça yarım bir dönüş yaptı “EVET” dedi.

Yine şaşırmıştık. Bu defa oleyyy çekip alkışladık.

“Tamam, öğretmenim” dedik. Pazarlık bitmiş, istediğimizi almıştık. Heyecanla çizgili beyaz kâğıtlarımızı çıkardık.

Kurşun kalemlerimizin ucunu kalem tranşla açtık.

Hazırız öğretmenim sorunuzu sorun dedik.

SORU: 1 – TAM OLARAK NE ZAMAN ORTALIK AYDINLANIR?

Soru bu kadar mı öğretmenim? Dedik. “Evet, bu kadar” dedi.

Yine el çırptık.

Bir ağızdan “YAŞASIN….” Dedik.

Sınıfta tartışmalar, sözlükten günün aydınlanması tanımı, kitapların, defterlerin, tutulan notların incelenmesi.

Önlü arkalı, kimimiz iki dosya kağıdı, kimimiz üç dosya kağıdı yazdık verdik.

Tüm sınıf dokuz-on bekliyoruz.

O zamanlar notlar 10 (on) üzerinden değerlendiriliyor.

Bir hafta sonra Fitoz -bu defa koltuğunun altında bizim yazılı kâğıtları- o bildik kıyafeti, vakur, kendinden emin, ağır ağır yürüyüşü ile derse girdi.

Genellikle yazılı kağıtlarını öğretmen sınıfa getirmez, sonuçlar da bir hafta içinde belli olmazdı.

Ancak,koltuğunun altında yazılı kağıtlarını görünce,hepimiz sevinçle el çırpıp yaşasınnn dedik.

Şöyle bir dil ucuyla selam verdi.Yönünü bize dönmeden doğru gitti kürsüsüne oturdu.Çok garip. Hiç böyle davranmazdı.Hele hele kürsüsüne oturduğu hiç yoktu.Sevincimiz kursağımızda kaldı.Gerçekten bir gariplik vardı,ama ne? Koltuğuna oturdu,kolunun dirseklerini kürsünün üstüne koydu,çenesini iki elinin arasına aldı, bizlere  tuhaf  tuhaf  bakmaya başladı. Sınıftan çıt çıkmıyordu.Hepimiz donduk kaldık.

Bir müddet sonra sessizliği yine öğretmenimiz bozdu.

Hepiniz sıfır aldınız. Bu sınıftan hiç beklemediğim sonuç.

Şaka yapıyor sandık.  Ne şakası dedi buyurun. Kağıtlarınız yanımda. Siz değerlendirin.

Sınıfta yine gürültü. Her kafadan ayrı ses. Uzun süre kendi aramızda tartıştık. Yok…. Tam olarak ortalığın ne zaman aydınlanacağını bulamadık. Yorulduk.

Bu defa orta sıraların ön tarafından bir ses,biraz da sitem varii  “EEEHHHH …. SİZ SÖYLEYİN OZAMANNN !”

Başını iki elinin arasından aldı.Arkasına hafifce yaslandı.Bir müddet daha bizi izledi.Hepimizin dikkati üzerinde olunca,yine o ağır,vakur emin adımlarıyla kürsüden indi.Ceketinin yakasını ilikledi. Masaların arasında dolaşmaya başladı.Öte yandan o bildik tarağı ile kalan saçlarına şekil veriyordu.

Kafalarımız öğretmenimizle gidip geliyor, gözümüzle takip ediyorduk.Sınıftan çıt çıkmıyor pür dikkat izliyorduk.

Arkanıza yaslanın, beni iyi dinleyin dedi. Dediğini yaptık.

“Yürürken karşınıza bir kadın çıktı, güzel mi çirkin mi,siyah mı beyaz mı,açık mı kapalı mı? Ayırmadan ona –KARDEŞİM- diye bildiğinde;

Yine yolda yürürken önünüze çıkan erkeğe, zengin mi yoksul mu, milletine, ırkına,dinine, sakalına, bıyığına,partisine,tuttuğu futbol takımına aldırmadan –KARDEŞİN- sayabiliyorsan anlarım ki TAM OLARAK SABAH OLMUŞ, AYDINLIK BAŞLAMIŞTIR” dedi.

Evett  dostlarrr…O günden bu güne ortalama kırk yıl geçmiş.

Şimdi aynı soruyu ben size soruyorum.

1-TAM OLARAK NE ZAMAN ORTALIK AYDINLANIR?

Ve hoşgörünüze sığınarak, ek bir soru da benden;

2-Aradan geçen ortalama kırk yılda kaç arpa boyu yol aldık?

Siz de başınızı iki elinizin arasına alın uzun uzun düşünün.

Yazılı kağıtlarınızı  ben değerlendirmeyeceğim. Cevap belli. Kendiniz değerlendirin.

Sohbetle kalın