Sevgili Canlar,günümüz konjonktürü ile de ilgisi olduğunu düşündüğüm,bundan on-on bir sene öncesine ait bir yazımı,ilginç izdüşüm görüntüsüyle,sizlerle paylaşıyorum.

Bugün tarafsızlığı, objektifliği ilke edinerek yola çıkan sendikaların siyasi parti ve siyasi oluşumlarla olan dirsek temaslarından söz etmeyelim.

Böyle bir hakkı ve hukuku olmadığı halde; din görevlisi sıfatı olduğundan mıdır nedir, halkı küçük gören, tekebbür karakterli, en iyi ben bilirim tavırlı ukalâdan söz etmeyelim.

Cennet Bolumuz’un  -yüksek bürokratlardan olduğu için- en yüksek imkanlarından yararlanıp; bu cennet beldemizin suyundan kanıp-ekmeğinden doyduktan   sonra aleyhinde konuşan aşağılık, nankör kedi karakterlilerden söz etmeyelim.

“Havala gurak gidiye, böyne gidese mahsül düşük olu.” deyip, Yaradan’ın yağmur adlı rahmetini ölçülü ve bol verdiğinde de şükür- niyaz kapısına gelmeyenlerden söz etmeyelim.

Her gün onlarcası siyonist İsrailli teröristler tarafından katledilen çoğu çocuk ve kadın müslümanlardan söz etmeyelim.

Her gün bir yenisi ortaya çıkarılan, Irak’taki ABeDe ve İngiliz katillerinin soykırım görüntülerinden söz etmeyelim.

Ermeni kökenli olup tarih biliminde önemli isimlerinin bile ,bir milyona  vardıramadıkları Osmanlı coğrafyasındaki (Anadolu’daki) Ermeni nüfusu için; “bir buçuk milyon Ermeni Türkler tarafından katledildi” diyerek Nobel barış ödüllerine aday gösterilen dolar maaşlı (P)yamuklardan söz etmeyelim.

On iki yaşından önce Kur’an eğitimi alınması yasağına karşılık, on bir yaşında en az bir yabancı dil öğretimi mecburiyeti getiren pilli eğitimden söz etmeyelim.

Hangi çocuğuna “Türkiye’yi nasıl buluyorsun, nasıl buldun?” diye sorulsa; her birinin “Annem gibi buldum, annem gibi buluyorum.” dediği Filistin’de, her boy İsrailli ile görüşen devlet başkanının, Filistin başbakanıyla görüşmemesinden söz etmeyelim.

Çoğu çulsuz, çarıksız, pulsuz batılı turistlerin, en küçük bir olayından hükümet programı çıkaranların, ÇEÇEN kardeşlerimizin ekonomik sıkıntılarından haberdar olmayı bırak, varlıklarına bile tahammül edemeyenlerden söz etmeyelim.

Sanki “küçük dağları ben yarattım” edasıyla kırıta kırıta yürüyen tayin edilmişlerin peşinden, el-avuç ovuşturarak yürüyen ve halkın kendilerine “ne pahasına olursa olsun beni, vakarla temsil et” dediği seçilmişlerden söz etmeyelim.

Yere göğe sığdırılamayan ve her defasında, batının faşist emperyalist soykırımcı sömürgeci tutumundan lanetle söz eden fakat, kendisi davet edilince dört nala  Bilderberg toplantısına koşanlardan söz etmeyelim.

Her konuda ulusalcı kesilen ve kendisi emperyalizmin karşısındaki en güçlü kale ilân eden bir televizyon kanalının; özellikle müslümanların organize ettiği antiemperyalist (D8 gibi) kuruluşlardan ve çalışmalarından ölümden korkar gibi uzak durmasından söz etmeyelim.

Her şeyin bir zamanı vardır, diyelim.Horozun da vakti gelince öttüğünü unutmayalım.Dostun acı söylediğini unutmayalım.

Ne demiş atalarımız:

KÖPEĞE GEM VURMA, KENDİSİNİ AT SANIR.

Biz de , hem millet olarak, hem de özellikle Bolulular olarak, layık olmadıkları halde pohpohlananlara ve pohpohlanmalara pek ses çıkarmayız.İyi mi yaparız, kötü mü yaparız bilinmez.Ancak bilinen ya da doğrusu görünen birşey var ki, o da bu (!) değersiz kişilerin bu dumanlı ortamda kendilerini birşey zannetmeleridir.

Neyse, “Mutluluk Veren Bilgi” “Kutluluk Bilgisi” gibi  anlamlara gelen ve edebiyatımızın –bilhassa toplum bilimi bakımından- en ünlü eserlerinden olan Yusuf Has HACİB’in KUTADGU BİLİG adlı eserinden bir nakil yapalım da,hedef düşüncemiz daha iyi anlaşılsın.

Ki,Yöneticilerin, idarecilerin bu eseri defalarca okumaları gerekir.

“Bey (yani idareci) iyi nâm ve şöhretle adının yayılmasını isterse, bey bir de şu beş şeyi kendinden uzak tutmalıdır.Biri acelecilik, ikincisi cimrilik ve üçüncüsü hiddettir; bunlara karşı mukavemet et mağlûp olma.Bir bey için fenâ olan şeylerin dördüncüsü inatçılıktır; yakışmayan bu şeylerin beşincisi, şüphesiz, yalancılıktır.Adının kötüye çıkmaması ve sözünün itibârını kaybetmemesi için, beyler bunlardan kendilerini uzak tutmalıdır.Bunların en kötüsü bu inatçılıktır; inatçı kimse, hiç şüphesiz, çok sıkıntı çeker.Seçkin bir bey olabilmek için, fazîlete kıymet verilmelidir.Bir kimsenin adı bey, fakat tabiatı avamınki gibi olursa, o halk arasında avamdan daha aşağı görülür.

Yüzünü gören herkes, bakınca, onu sevmeli; memleketi ve halkı ona bakıp, güvenle yaşamalıdır.Düşmana karşı cesur ve mert olmalıdır.,

Bey içki içmemeli ve fesatlık yapmamalıdır; bu iki hareket yüzünden, sonunda ikbâl elden gider.Dünya beyleri şarabın tadına alışırlarsa, memleketin ve halkın bundan çekeceği zahmet çok acı olur.Dünyaya sahip olan vaktini kumara verirse, memleketini bozar ve kendisi de muhtaç duruma düşer.Devlet işleri ihmâl edilir ve vaktinde yapılmazsa, arkasından avcı kuşla takip etsen bile, bir daha ele geçmez.Bilgi veren ve bilgisizi yererek, içkiden men eden insan ne der, dinle: Ey içki düşkünü, boğazının esiri, içki içme; içki içersen, sana fakirlik yolu açıldı demektir.Avam içkiye müptelâ oldu, malı rüzgar gibi uçtu, bey içkiye müptelâ olursa, memleketi nasıl durur.Bu içki ve içkici düşmandır, insanın parasını alır; içki içen hırçın ve kavgacı olur.İnsan sarhoş olursa, deli olur ve aklını kaybeder; deli hiç doğru iş yapar mı?Bey içkiye müptelâ olursa, müfsit ve kaba olursa, onun bütün halkı da ayyaş olur.Halkın bütün uygunsuzluklarını beyler düzeltir; bey uygunsuzluk ederse, onu kim yola getirir.İnsan temiz olan şeyleri su ile yıkayıp, temizler; eğer su kirlenirse, o ne ile ve nasıl temizlenir..”