TMMOB Bolu İl Koordinasyon Kurulu Adına İnşaat Mühendisleri Odası Bolu İl Temsilcisi Nazmi Uçar, derin yaralar açan ve izlerinin hala tazeliğini koruduğunu ifade ettiği Marmara Depremi’nin 23. Yıldönümünde, mesleki yeterlilik temelli denetimin önemine ve yaşanan acılardan ders çıkarılması gerektiğine vurgu yaptı.

HABER: ASLI AKIŞ – OĞUZHAN EKE

TMMOB Bolu İl Koordinasyon Kurulu, 17 Ağustos 1999'da meydana gelen, İstanbul, Bolu, Bursa, Eskişehir, Kocaeli, Sakarya ve Yalova'da yıkımlar ile can kaybına neden olan 7.2 büyüklüğündeki depremin 23. yılında açıklama yaptı. Açıklamaya, İnşaat Müh. Odası Bolu Temsilcisi Nazmi Uçar, Mimarlar Odası Başkanı Uğur İlhan, Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Niyazi Kalfa, TMMOB Bolu İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Erol Perçin katıldı.

“BAŞKENTİN GÖBEĞİNDE TÜM UYARILARA RAĞMEN YAŞANAN, İŞ CİNAYETİDİR”

Ankara'da fırtınada inşaattaki beton kalıplarının üzerine devrilmesi sonucu hayatını kaybeden Hacettepe Üniverisitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü 3’üncü sınıf öğrencisi Taha Öztürk'ün ailesine baş sağlığı dileyerek sözlerine başlayan İnşaat Mühendisleri Odası Bolu İl Temsilcisi Nazmi Uçar,  “Başkentte günler öncesinde uyarıları yapılan ve dün yaşanan sağanak yağış ve fırtına sırasında, Pasifik İnşaat’a ait Merkez Ankara şantiyesinde stajyer bir inşaat mühendisliği öğrencisi yaşamını yitirmiş, biri mimarlık, diğeri inşaat mühendisliği bölümünden 2 öğrenci ise ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmıştır. Yaralı öğrencilerimize acil şifalar dilerken, hayatını kaybeden Hacettepe Üniversitesi 3. Sınıf öğrencisi Taha Öztürk'ün ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyor, acılarını paylaşıyoruz.” dedi.

“DEPREMİ DEĞİL AMA AFETİ ÖNLEMEK MÜMKÜN!”

17 Ağustos’un Yıl Dönümünde Türkiye’nin depreme hazırlığı ile sorunları ve çözümlerini dile getiren Uçar; “TMMOB Bolu İl Koordinasyon Kurulumuz tarihimizin en acı depremlerinden 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin 23. yılında da temel insan haklarından olan “Barınma Hakkı”nın tüm yurttaşlarımıza sunulabilmesi için depremi unutmama, unutturmama ısrarını sürdürmeye, güvenli ve sağlıklı yapı üretimi sağlanana kadar siyasi iktidarların görev ve sorumluluğunu hatırlatmaya kararlıdır.

Cumhuriyet döneminin gerek can ve mal kaybı açısından gerekse sosyal ve ekonomik sonuçları açısından en yıkıcı depremlerinden biri 17 Ağustos 1999 tarihli Gölcük merkezli depremdir. 7,4 büyüklüğündeki bu deprem başta Marmara bölgesi olmak üzere tüm Türkiye’yi etkilemiştir. Ülkemizin ekonomik anlamda üretim ve ticaret merkezi olan ve yurdun her yerinden göç alan bir bölge olması nedeniyle bu depremin tüm yurttaşlarımızı doğrudan ya da dolaylı olarak etkilediğini söylemek mümkündür. Depremde 20 binden fazla yurttaşımız hayatını kaybederken yaralı sayısı 50 bini aşmıştır. Bölgede yaklaşık 113 bini yıkık ve ağır hasarlı olmak üzere toplam 365 bin bina hasar görmüştür.

Bu kadar büyük sonuçlar doğuran 17 Ağustos Depremi, depreme bakış açısının değişmesinde bir milat olarak kabul edilmiştir. Yalnızca deprem sonrası yapılacak müdahaleler değil depremden önce alınması gereken tedbirler de tartışılmıştır. Plansız-çarpık kentleşmenin ve mühendislik hizmeti almayan yapıların ne kadar büyük tehdit oluşturduğu anlaşılmış, bu konuda birçok kurum ve kuruluş tarafından neler yapılması gerektiği konusunda çalışmalar yapılmış, bu çalışmalar birleştirilerek strateji ve eylem planlarına dönüştürülmüştür.” şeklinde konuştu.

“MEVCUT YAPI STOKU İYİLEŞTİRİLMELİ VE GÜÇLENDİRİLMELİDİR”       

2011 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konan ve 2012-2023 yıllarını kapsayan "Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı"nda (UDSEP) alınan kararların uygulamaya geçirilmesinin depreme hazırlık konusunda en önemli çaba olacağını kaydeden Uçar; “UDSEP’e göre başta okul ve hastaneler olmak üzere, Türkiye’deki bina envanterinin çıkarılması ve mevcut yapıların hasar görebilirlikleri ve riskleri esas alınarak gruplandırılması planlanmıştır. Oysa 2020 yılında TBMM`de kurulan Deprem Komisyonunun 2021 tarihli raporunda, 2017 yılı itibarıyla bitirilmesi gereken envanter ve riskli yapı tespiti çalışmalarının 2021 yılı itibarıyla nasıl yapılacağının yönteminin bile çıkarılamadığı anlaşılmaktadır. Mevcut yapı stokunun envanterinin çıkarılması konusundaki çalışmalar hızlandırılmalı, mevcut durum tespit edilerek acilen güçlendirilmesi veya yenilenmesi gereken binalar belirlenerek bir plan doğrultusunda yapı stokunun depreme dirençli hale getirilmesi sağlanmalıdır.” İfadelerini kullandı.

“HER ŞANTİYEYE TAM ZAMANLI BİR ŞANTİYE ŞEFİ!”

Nazmi Uçar, Mevcut Yapı Denetimi Sistemiyle, vatandaşların can ve mal güvenliğinin etik kurallardan uzak olduğuna işarete ederek; “Yapı üretiminin mühendislik esaslarına uygun olarak gerçekleştirilmesini sağlayan en önemli görev şantiye şefliğidir. Ancak bu görevin usulüne uygun olarak yerine getirilmemesi, inşaat hatalarını, dolayısıyla deprem hasarlarını büyütmektedir. Şantiye şefliği görevinin hakkıyla yerine getirilmemesi bu seviyelerdeki işçi ölümlerinin başlıca sebeplerinden biridir. Tam da bu sebeple bizler sınırlı durumlar dışında, her şantiye şefinin sadece bir şantiyede tam zamanlı olarak görevlendirilmesi gerektiğini vurguluyoruz.

“YAPI DENETİM SİSTEMİ DÜZENLENMELİDİR”

Mevcut Yapı Denetimi Sistemiyle yurttaşların can ve mal güvenliği etik kurallardan yoksun olan serbest piyasa koşullarına teslim edilmiştir. 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunun öngördüğü sistemde, kamusal bir hizmet olan denetim hizmeti ticarileştirilmiştir. Denetim sisteminin ticari ilişkilerin belirleyiciliğine terk edilmesiyle rant ilişkileri, tekniğin, fen ve sanat kurallarının önüne geçmiştir.

Sağlıklı işleyen bir sistemde planlama, projelendirme, üretim ve denetim hizmetleri birbirinin tamamlayıcısı olarak düşünülmeli buna göre de İmar Kanunu başta olmak üzere Yapı Denetim Kanunu, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve ilgili tüm Kanunlar ve bağlı yönetmelikleri kamu yararı ilkesi gözetilerek ve bütüncül bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir. Mevcut Yapı Denetim Yasasının öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi modeli yerine; uzmanlık ve etik değerlere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir denetim süreci modeli hayata geçirilmelidir. Bu modellemede proje denetimi ile yapı denetimi birbirinden ayrılmalıdır.” diye konuştu.

“KENTSEL DÖNÜŞÜM KENTSEL KIYIM OLDU”

Kentsel dönüşüm programlarının ranta yönelik olmasının depremin yıkıcı etkisini artıracağına dikkat çeken Uçar; “Devletin asli görevi sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurmak ve yaşanabilir bir çevre oluşturmaktır. Oysa bugün devlet eliyle “Kentsel Dönüşüm” adı altında mühendislik, mimarlık ve şehir planlama disiplinlerinin teknik ve bilimsel gereklilikleri ile toplumun ihtiyaçları, sosyo-ekonomik yapısı dikkate alınmadan rant odaklı dönüşüm gerçekleştirilmektedir. Kentlerin tarihi ve doğal dokusu yok edilmektedir. Bugün başta İstanbul olmak üzere kentlerimizde yenilenmeyi ve güçlendirilmeyi bekleyen onca yapı varken kentsel yenileme ve kentsel dönüşüm gayrimenkul piyasasının talepleri doğrultusunda hayata geçirilmektedir. Kentsel dönüşüm riskli yapıların dönüştürülmesi şeklinde değil, rant değeri yüksek bölgelerde yapılaşma olarak gerçekleşmektedir. Öyle ki boş arsalar üzerinde kentsel dönüşüm yapılmaktadır.” İfadelerini kullandı.

“İMAR AFLARI ÖLÜME DAVETİYEDİR”

Nazmi Uçar, açıklamasının devamında, imar affını kaçak yapılaşmanın en önemli teşviki şeklinde niteleyerek; “Mevcut yapı stokumuzun belirsizliği bilinen bir gerçektir. Olası bir depremden nasıl etkileneceği bilinmeyen çok sayıda bina mevcutken üstüne bir de siyasal iktidarlarca çıkarılan imar afları can ve mal kayıpları tehdidini büyütmektedir.

Ülkemizde imar afları kaçak yapılaşmanın en önemli teşvik unsurlarından birisi olmuş, toplumun sağlıklı ve güvenli konutlarda yaşamasını belirsizliğe sokmuştur. Devletin bir binaya iskan ruhsatı vermesi vatandaşına o yapıda güvenle oturabileceği yönünde güvence sunması anlamına gelir. Oysa mühendislik hizmeti almamış bu yapıların, doğa olayları karşısında hasara uğramaları halinde sorumluluk bu kararı alan devletin, siyasi iktidarın üzerindedir. Her seçim öncesi siyasi ikbal uğruna gündeme getirilen imar affı uygulamalarına son verilmeli, imar affından yararlanan yapılar denetlenmelidir.” dedi.

“BÜYÜK BİR TEHLİKE BİZLERİ BEKLEMEKTEDİR”

İnşaat Mühendisleri Odası Bolu İl Temsilcisi Nazmi Uçar, TMMOB Bolu İl Koordinasyon Kurulu Adına tüm kamuoyuna seslenerek doğa olaylarının afetlere dönüşmesini önleme konusunda görev almaya hazır beklediklerini belirterek; “Ülkemiz oldukça zor bir dönemden geçmektedir. Ekonomik anlamda yaşanan kriz koşullarında olası bir büyük depremin sonuçlarının 2001 krizinde yaşananlardan çok daha ağır olacağı açıktır. Üstelik kentlerimiz öylesine kalabalıklaşmış, plansızlık, kaçak yapılaşma öylesine ilerlemiş, afet toplanma alanları ranta açılmıştır ki can ve mal kaybı açısından da büyük bir tehlike bizleri beklemektedir. Başta İstanbul ve Marmara Bölgesi olmak üzere olası büyük bir depremin Türkiye’ye neler yaşatacağını kestirmek zordur.

“YETER Kİ ÇÖZÜM İÇİN ORTAYA İRADE KONULSUN”

TMMOB Bolu İl Koordinasyon Kurulu olarak hem yetkili kurum ve kuruluşlara hem de tüm kamuoyuna seslenmek istiyoruz: Bu karamsar tabloyu el birliğiyle tersine çevirmemiz mümkündür. Bizler tüm bilimsel-teknik birikimimizle, sahada edindiğimiz tecrübe ve yetişmiş kadrolarımızla, başta deprem olmak üzere doğa olaylarının afetlere dönüşmesini önleme konusunda görev almaya hazırız. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi sorunlar da bellidir, çözümleri de. Yeter ki çözüm için ortaya irade konulsun.” şeklinde konuştu.

Editör: TE Bilisim