Sevgili Canlar!

Zanaat olarak “Araba kalıbı ustası” olduğunu sonradan öğrendiğim; ara ara ticaret yapmış; Süleyman Bey ve Vesile Hanımın oğlu 1957 doğumlu Cemâl Abi’yi takrîben beş altı yıl kadar önce tanıdım.

Geçimini, emekli maaşıyla sağlayan, nev’i şahsına münhasır bir âdemoğlu olan bu Anadolu insanı, 2021’in 22 Eylül’ünde, yanında değildim amma, yüksek ihtimalle “Niyet-i Îtikâf” sözünün arkasından kelime i tevhîdle, besmeleyle Cemâlcennetine yürüdü.

Dünya değiştirmesinden iki ya da üç yıldır kâmilen Ramazan îtikâfına devam ettiğini biliyorum. “îtikâf” kavramına niçin takıldığımı söyleyeyim. Hayreddin Tokâdî haziresindeki mescide cuma namazı veya diğer vakitlerde beraber girdiğimizde terliklerini çıkarır ayağını içeri atmazdan evvel, mutlaka ve mutlaka “niyet-i îtikâf”  sözünü söylerdi. Oysa ben, bilgi olarak “îtikâf” kelimesini ilmen bilen bir kariyere sahibim. Fakat anladım ki bilmek değil yaşamak önemli veya diğer bir deyişle bilen bildiğini herkese bildirebilir ancak yaşatamaz. Fakat yaşayan, aynı zamanda yaşatır da. Şimdi ben de eve girerken, mescide girerken veya bir mekâna girerken kalbimle tasdik ettiğim “niyet-i îtikâf” sözü dilimde pelesenk oldu; bu, durum Cemâl Ağabey’den etkilendiğim güzel ve etkili öğretilerden sadece bir tanesidir. Celâllendiği zaman “Allah senin belânı kaldırsın!” nüktesini kullanırdı. Kur’an ve sünnete dil uzatılmasına, sataşılmasına asla tahammül edemez; ortama göre ya mücâhede ya münâkaşa ya da tercih etmese de ortamdan uzaklaşmayı seçerdi.

İnsanların gönlünü hoş tutmaktan çok mutlu olurdu.

Bu arada Bolumuzun Sürmeli Hoca dergâhı nispet yürütücüsü Nakşî-Kâdiri mürşidi merhum Ahmet Palazoğlu Efendi zamanından itibaren kandil, bayram dönemleri ve kutlama  günlerinde kurulan zikir meclislerinde okunulan hatm-i havâcelerden sonra, teberrüken aş dağıtılma hizmetini îfâ edermiş. Ben, bilahire Yekta Efendi Ağabey zamanında tanıdım bizim Oflu Cemâl’i ki bu Oflu Cemâl lakabını Yekta Ağabey koymuş. İl içi ve il dışında Cemâl Ağabey’den çok “Oflu Cemâl” olarak tanınırdı.

İlk tanıdığımda, ne biçim adam be ya hu dediğim, daha sonra güzel ahlâkına pesend ettiğim, cemâli celâlinden ziyâde olan bu Güzel İnsan, kalbi samimiyetle inanıyorum ki, Allah’ın, güzel kullarım olarak sınıflandırdığı zümreden idi.

Kalbi Filistin ile Kudüs ile Mescîd-i Aksa davasıyla atardı.

Kendisinden beş asır önce 1500’lerde yaşamış olan, meşhur Halvetî meşâyihinden Cemâl-i Halvetî’nin yine meşhur Sümbül Efendi gibi irşâd erbâbı halifelerinden biri de Pirdaşı Hayreddin Tokâdî’dir. Bizim İtikâf Cemâl Ağabey’in adaşı olduğu Cemâl-i Halvetî’nin, kendisinin türbedârlığını yapmaya gayret ettiği Tokâdî Hayreddin’in şeyhi olması ve adaşı olması gibi bir tevâfukun zuhûr etmesi de çok dikkat çekicidir. Sanki asırlar öncesinden talebesi ve halîfesi Hayreddin Tokâdî’ye Cemâl-i Halvetî Hazretleri; - evlâdım bu benim adaşıma Oflu Cemâl’e himmet de kusur etmeyesin, der gibidir ki ben kendisine “abi ya hadi iyisin iyisin, isminden dolayı seni kayırıyorlar” diye takılırdım. O da “benim güzel hocam nazik hocam büyüklerin işine akıl ermez, siz daha iyi bilirsiniz onların merhametidir bizi ayakta tutan” derdi.

Bu bizim Oflu Cemâl güzel insan-güzel adam-gariban adam- yiğit adam- sevgi adamı- diğerğam insan-mücâhede adamı- barış adamı- aşkullâh adamı- gönül adamı- tevâzu adamı- merhamet adamı- îtîdâl adamı- duygu adamı-sehâvet adamı- tebessüm adamı- ikrâm adamı- Allah ve Râsûl’ünün adamı- Şeyh Şâmîl’in adamı- Tarîk-i Muhammediyye adamı- Festekîm adamı- ehl-i beyt aşığı- mukaddesâtımızın adamı- Tokâdî Hayreddin adamı- katıksız bir sadakât ve vefâ adamıdır.

Hayreddin Tokâdî haziresindeki aşevinde yapılan ikrâmları, etraftaki kedi köpeğe veren, atan şovculara karşı Cemâl Abi, Karadeniz Çaykarası’nın dalgalı ve kükreyen suyu gibiydi. Bu göz yazığı manzara karşısında dayanamaz tepkisini ortaya koyar, herkes de kolaylıkla O’nu, geçimsiz biri gibi algılardı.

Özgün dizeleri vardı Oflu Cemâl’in. Çoğu kere, bizim fındık fıstık ticarethânesi işleticisi Pirdaşı Hacı Muhiddin Yaman Efendi kardeşimiz ve Hayreddin Tokâdî lokmatatlıcısı Cerrâhî ekolden Mehmed Bey Efendi kardeşimizin  de olduğu muhabbetlerimizde, - Ağabey, bunları bir defterde topla kayda al, torun-torba, aaa(!), dedem şiir de yazarmış derler, hem övünürler gurur duyarlar hem de ardından fatiha ile yâd ederler, diye uyarırdım.

Bizim Kerem Ali ve Malik kardeşlerin babası bu adam, kişisel olarak kimseyi eleştirmezdi. İnsanlara mesafesi uzaklık ve yakınlık bakımından aynıydı. Başka haline şahid olmadım.

Her kişinin, her kimsenin, iyiliğinden, iyi yönlerinden söz ederdi. Verdiği sözü mutlaka ve mutlaka yerine getirmeye çalışırdı.

Manevi himmet olarak hizmet ettiği Tokâdî Haziresinin işletmecisi olan vakıf yönetimlerine, yöneticilerine, zerre kadar eleştiriyi kabul etmez laf söyletmezdi. Örneğin, kendisinin ve ailesinin il içinde ve il dışında geçirmiş olduğu tıbbi operasyonlarda, bu vakıfın ve diğer başkalarının nüfûzunu kullanmaktan berî durmuş; bizim, bunların çevresi geniştir, tanıdıkları çoktur dolayısıyla sana katkısı olur, senin için daha verimli olur şeklindeki uyarılarımızı susarak karşılar, kendi öz imkânlarıyla bu sıkıntıları aşmaya çalışır ve çalışmıştır da zaten.

Bol rahmetli (yağmurlu) bir Düzce Eylül’ünde, mîkât noktasından ihramlanarak Kâbe’nin sahibine şafta başladı. Cemâlcennetinde eyleştirileceğine ve yerleştirileceğine iman ettiğim bu ademoğlu ile ilgili bildiklerimi,  şer-i şerîfi öğrenmek azmi, tatbik etmek ve taabiyetini nâçizâne serdetmeye çalıştım. Doğrusunu ve hakikatini Allah bilir.

Meşhur prensiptir; kişi bildiğinin âlimidir. Nâçizâne bendeniz bildiklerimi, gördüklerimi, duyduklarımı, hissettiklerimi, yaşadıklarımı, kalben ve harbiden etkilendiklerimin tamamı olmasa da, kısmen ifâde ettim. Yalnızca şu duyguya sahibim; GaffârurRahîm celle celâlühü Hazretleri, Cemâl Ağabeyimi sevdiği ve sevdirdiği kullarıyla, âşıklarıyla, sâdıklarıyla, şehîdleriyle, sâlihleriyle haşreylesin, AMİN.

O’nun dizeleridir  “ Ayrı olsa da mekânlarımız

Ruhumuz birdir canlarımız

Oflu Cemâl”