Modern hayat ve kapitalizm adı verilen tüketim çağı; haz, kar ve çıkar odaklı bir yaşamın ortaya çıkmasına neden oldu diyebiliriz. Bu durumun doğal bir sonucu olarak da tüm dünya güvensiz, samimiyetsiz ve huzursuz bir toplum yapısıyla karşı karşıya. Film, roman ve dizilerin en popüler konusu insan ve toplumların bu huzursuzluk hali.  İçimizdeki bu huzursuzluk halini neden modern yaşama ve kapitalizme bağladığımı merak ediyorsanız söyleyeyim. Çünkü modern yaşam bize tüketerek, daha fazla harcayarak mutlu olacağımızı öğretti. Maalesef hazlarımızın peşinde koşarken insanlık değerlerinden hızlıca uzaklaşıyoruz. Son donem eğitim sistemlerimizi inşa eden pragmatizm gibi felsefi akımlarda bu durumu daha da perçinledi. Yani hayatta tek gerçeğin yarar ve zevkler olduğu varsayıldı ve çocuklarımıza da bu varsayım üzerinden belki de farkında olmadan hazcılık, çıkarcılık ve yararcılık bilgi ve becerisi kazandırıldı. Sonuç olarak mutsuz ve huzursuz bir toplumun içinde belki bizler de mutsuz ve huzursuz bir şekilde hayatımızı sürdürüyoruz. Örneğin 2030 yılında şehirli insanların yüzde 50'sinin depresyonda olacağı öngörüsü yapılıyor. Her yerde psikoloji konusu konuşuluyor. Belki insan ömrünü uzatıyoruz ancak ruhuna huzur verecek değerleri de ondan söküp alıyoruz.

Haz, mutluluk ve huzur kavramları birbirine karışmış durumda. İnsan yaradılışı gereği korku, kaygı, üzüntüden kaçar ve huzuru arar. Oysaki içinde bulunduğumuz süreçte devamlı haz peşinde koşarak mutlu ve huzurlu olacağımızı düşünüyoruz. Devamlı tüketerek, daha hızlı cihazlar kullanarak, moda elbise, araba ve cihazlar satın alarak, genç kalmaya çalışarak mutlu olacağımızı düşünüyoruz. Haz peşinde koşmayı mutluluk sanıyoruz. Hâlbuki uzun soluklu bir mutluluk ve huzura erişmek için bir anlam dünyasına sahip olmamız gerekiyor. Yani yaptığımız her şeyin bu anlam dünyasıyla uyuşması kendimizle ve çevremizle çelişki içerisinde olmamamız gerekiyor. Çelişki insanın içindeki en büyük savaş alanıdır ve insanı yavaş yavaş hasta eder. Bu nedenle mutluluk ve huzur önce insanın kendisiyle barışması demektir. Ne istediğini ve bunu niçin istediğini bilen kişi mutluluk ve huzurlu bir yaşamın kapısını aralar.   

Bu arada “huzur” denilince akla şüphesiz Ahmet Hamdi Tanpınar gelir. Tanpınar “Huzur” isimli meşhur romanını yazma gerekçesini şöyle açıklar: “Çünkü huzursuz bir dünyada yaşıyoruz. Çünkü insan kendisiyle barışık değil. Değerler karşısında ve insan karşısında yeniden düşünmeye mecburuz. Çünkü her şeyden şüphedeyiz. Ve nihayet arkamızda eskisi gibi o kadar kuvvetle Allah’ı hissetmiyoruz. Kısacası huzursuzuz onun için.”

Sayın Tanpınar’a katılıyorum modern dünyada içimizdeki en güçlü duygu olan “Allah” inancını derinden hissetmeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Onun arkamızda, önümüzde, sağımızda, solumuzda ve andığımız her yerde olduğu gerçeği; sevgi, saygı merhamet, yardımlaşma, adalet, doğruluk gibi tüm güzel değerleri yeniden var etmek için yeterli olacaktır.