Sayın Okurlar;

İslamiyetin en güzel halk deyimlerinden birisi de “İslamın şartı beş ise altıncısı haddini bilmektir.” Sözüdür. Bir insan haddini bilmezse bir anda duvara toslaması işten bile değildir. Bu nedenle, dünyada, kendini bilmek ve tanımak kadar güzel bir meziyet yoktur. Örneğin; ekilen, biçilen, kökü bilinen nohutun “kabak leblebi oldum diye caka satması, sadece sarhoş masalarına gider.” Kendisini bilen, yaratanını da bilir. İşte bunun için, küçük balıklar sahile yakın durmalıdır. Salim, selim bir kafa istiyorsak, akıl çapı da bir o kadar eğitimle donatımlı olacaktır. İnsan odur ki oturduğu yerden kaldırılmamalı, düşeceği yere de çıkmamalıdır. Hatalar, saman çöpleri gibi suyun yüzünde giderler, insanlar da bunları yüzeyden görürler. En büyük yanlışlık ise  yanlış diye bir şey tanımamaktır. Bu nedenle, ilk hata saflığın olabilir ama daha sonra gelenler bir suçun mahsulüdürler. Kabiliyetliler için, bu dünya dilsiz değildir. BİR İNSANA “KENDİNİ BİL” DENİLMESİ, yalnız gururunu kırmak için değil, değerini de bildirmek içindir. Kendimizi, düşünce ve niyetlerimize göre değil, ayrıca hareketlerimize göre de ölçmeliyiz. İşte bunun içindir ki hatanın yaşı, başı, branşı olmaz. Kısaca, hata hatadır. Klasik bir deyim de olsa, insanlar kıyafetlerine göre karşılanır, fikirlerine göre yolcu edilirler. Bu konu, az da olsa çocuklara mazur görülebilir ama ileri yaşlarda konu alay ve utanç mevzuuna kadar gider. Geçen yazılarımda da ifade ettiğim gibi, koltuğu, makamı, sıfatı orayı dolduran güzel ve güçlü beyin götürür. Teşbihte hata olmazsa, köpeği yedi denizin suyuyla da yıkasanız yine kendisini çamura atar. Bütün bunlar için, hangi konularda ve hangi şartlarda olursa olsun, insanoğlu zihn-i düşünceyi her zaman bulacak ve buna göre hareket etmesini bilecektir. “ZEVK, TATTA DEĞİL ZİHİNSEL DÜŞÜNCEDEDİR.”