Gönül hayâtımızı karartacak en büyük mânevî zâfiyet; aşırı dünyâ sevgisinden, şan ve şöhret tutkusundan, maddî refah talebinden ve lüks hayat yaşama arzusundan kaynaklanan maddî hırs, tamahkârlık ve açgözlülüktür. Açgözlülük “doymak bilmeyen nefis” sâhibi olmaktır.

Açgözlülük, elde ettikleriyle yetinmeyip başkasının malına göz dikmektir. Pragmatist, kapitalist ve çıkarcı anlayış; şuur ve idealin, aşk ve heyecânın, hizmet coşkusunun düşmanıdır. Herkesi madde açısından hayâlî bir şablona oturtan maddeci anlayış mânevî hayâtı yok saymakta, inançlı insanı küçümsemekte, idealizmi ya gelip geçici arzular ya da ahmaklık olarak nitelemektedir. Mü’min kulun, âhireti ön plana alarak dâimâ ana hedef olan İslâmî hayat standardını yükseltmeye çalışması gerekirken sâdece dünyâlık peşinde koşmaya kalkışması ve âhireti ikinci plana atması, onun mânevî hayâtını olumsuz yönde etkilemekte, îmânî hassâsiyetlerini lekelemektedir.

Refah çıtasını yükseltme arzusu berâberinde birtakım tâvizlere sebep olmakta, bu tâvizleri veren kişi gittikçe îmânına yabancılaşmakta, mânevî hayâtı dejenere olmaya başlamakta, üstün maddî refah seviyesine ulaşsa bile dünyevî arzularının sonu gelmemekte, giderek sâdece madde için yaşayan bir insana dönüşmektedir. Arzuladığı dünyevî hedeflere ulaşamayan doyumsuz insan psikolojik krizlere ve mânevî buhranlara girmekte, intihara teşebbüs etmekte, şikâyetler ve sızlanmalarla dolu umutsuz, mutsuz ve bahtsız bir hayat yaşamaktadır.

Oysa mü’min kul, dünyevî açıdan kendisinden düşük seviyede olanlara bakıp kendi durumu için Allâh’a şükreder; mânevî açıdan kendinden üstün olanlara bakıp imrenip onları örnek edinmeye çalışır. Bu şekilde davranan mü’min kul, arzulanan ideal hayâta Cennette erişeceği ümîdiyle, gönül huzûruyla, tatlı hayâllerle dolu mutlu bir hayat yaşar.