Sayın Okurlar;

Osmanlı’da bir terzi, makasının üstüne şu cümleyi yazdırmış:

Her elini sıkanı dost,

Her canını sıkanla da düşman olma

Efendim; Çok söz boş sözdür, boş sözler de moloz gibidir. Akl-i Kül yani (büyük akıl) Hakikat-i Muhammediye’dir ve her şey gerçek anlamda zıddı ile belli olur. Dünyamız bir bakıma ahiretin tarlası gibidir. Nitekim, dünya altın kaplıdır ama kendisi sahte  kalb bir para gibidir. O altın, denize, bu dünya da denizin köpüğüne benzer. Yani denize köpüğün gözüyle bakılmaz, denizin gözü ile köpüğe bakılır. Aklın, kalbin, gönlün ve vicdanın huzuru yoksa takılan bütün mücevheratlar bir gübreden farksız olur. Örneğin; Sözünü bir yana bırakan ve halkın kumaşını utanmadan çalan hırsız, o arızalı ve tamiri mümkün olmayan mikrop kafasıyla her evden bir örnek kumaş göstermeyi de giriştiği sahtekarlığında çok iyi öğrenmiştir. Ancak yalan, yanlış ve cıvık akıl nereye kadar gidebilir? İşte bu hırsız kafa orayı hesap edememiştir. Bir nevi eşeğin tuzlaya (eşeğin merasında bulunan bataklık bir bölge) çakılması gibi gırtlağına kadar çamurda saplanıp kalabilir. Sadede gelelim ve Türkçe’den Türkçe’ye de tercüme yapmanın bir anlamı yok. Kısaca; Biliyorsak konuşalım, bilmiyorsak ve teşbihte de hata olmazsa, en azından birazcık aklımızı çalıştırıp hayvanlar gibi susmasını öğrenelim. Pek tabii muazzez aklın, güçlü düşüncenin, olgun ve dolgun beynin elbette ki bunlara ihtiyacı yoktur. OLGUN BAŞAKLARIN BOYNU EĞİKTİR ÇÜNKÜ HEPİMİZİN BİLDİĞİ GİBİ BAŞAK DOLUDUR, OLGUNDUR VE DE DOLGUNDUR.