EVREN ATOMLARDAN DEĞİL HİKAYELERDEN OLUŞUR
Yazımın başlığında yer alan ifadeyi ilk duyduğumda oldukça edebi hatta biraz da romantik gelmişti ancak beni sonradan yanına çekti. Yine bir yazıda hikayeler için şöyle diyordu:
Hikayeler sadece hikâye değildir; davranışa neden olan zihinsel modeller sunan gelmiş geçmiş en iyi icatlardır. Aynı yazının ilgili bölümlerinde hikayeler için hava benzetmesinde bulunuyor ve hikayelerin hem her yerde hem de hiçbir yerde olmadığını ifade ediyordu.
İster kutsal metinlerde yer alan dini hikayeler olsun isterse de yazarlar tarafından kaleme alınan edebi hikayeler olsun hepsinin bize vermek istediği bir dünya görüşü vardır. Temel bir düşünce etrafında şekillenen kişi, yer, zaman ve olaylar vardır. Ancak hikâyeyi meydana getiren bu dört öge aslında insan zihninde oluşturulmak istenen düşüncenin kurgusal varlıklarıdır.
Öğrencilik yıllarımızda “Okuduğunuz hikâyenin ana fikri nedir? şeklindeki sorulara sürekli cevaplar aramışızdır. Çünkü anlam ana fikirdedir. Yazarın hikâyeyi yazma amacı bu soruya verilecek doğru cevapta yer alır. Kişi, yer, zaman ve olay ana fikrin ortaya çıkmasına sadece yardımcı olan yapılardır.
Herhangi bir hikâyeyi okuyan ya da duyan bir kişi, artık onunla birlikte yaşar ve bunun sonucunda hikâye kişinin anlam arayışına iyi ya da kötü katkılar sunar. Nitekim “İnsan Neyle Yaşar” isimli hikâyeyi okuyup etkilenmeyen olmuş mudur?
İnsanın irrasyonel olduğuna yönelik tanımlamalar yapılsa da insan dünyadayken anlamlı hikayeler arar. Dünya ve ötesinin insanın kendisi ve bağlı bulunduğu çevresi için anlamlı bir yer olduğuna dönük hikayeleri duymaya ihtiyacı vardır. Bu nedenledir ki dini metinlerdeki anlatılar daha çok öyküleyici anlatıma denk düşer. Çünkü güçlü hikayeler, güçlü inançlar yaratabilir. İnsanın belirsizliklerden kurtularak yüksek bir doyuma ve mutluluğa ulaşması zihninde yaşattığı güçlü hikayeler ve ana fikirler sayesinde gerçekleşebilir.
Hikayeleri, masalları, destanları ve efsaneleri olmayan toplumlar yüksek motivasyona ve zorluklar karşısında mücadele gücüne ulaşamazlar. Toplumların da insanlar gibi ana fikirlere ihtiyacı vardır. Bu nedenle edebiyat ve sanatın açığa çıkardığı psikolojik güç başka hiçbir faaliyet alanında karşılık bulamaz.
Bunu çok iyi kavrayan devlet adamları edebiyatı, politikanın propaganda malzemeleri arasında sıkça kullanmışlardır. Örneğin İngiltere Devlet Başkanı Winston Churchill Shakespeare'i, dünyayı değiştirmek ve yönetmek için kullanmıştır. Churchill’e atfedilen bir konuşmada kendisine,
“Bir elinizde İngiltere diğer elinizde Shakespeare olsa hangisini tercih edersiniz?” şeklindeki bir soruya “Şüphesiz Shakespeare’i tercih ederdim. Çünkü elimde Shakespeare olduktan sonra ben nice İngiltereler kurarım.” cevabını vermiştir.
Nitekim Aziz Atatürk de biyolojik varlığım babama ait olsa da heyecanlı fikirlerimi Namık Kemal ve Ziya Gökalp’e borçluyum demiştir.
İnsanı ve toplumu medenileştiren tüm örf, adet ve değerler büyük hikâyenin konusunu oluşturur. Yaptığımız her şeyin bir anlamı olmalıdır. Aksi halde anlamsızlık bizi endişe ve korkuya götürür. Bu duygularda, insan ve toplumları kan, göz yaşı gibi olumsuzlukların içine iter.
Şiirler, öyküler, masallar, romanlar, destanlar, efsaneler, maniler, ninniler ve diğer edebiyata konu olan ürünler, hepsi ama hepsi insan ve toplumların ortak hafızalarını, zihniyetlerini ve inançlarını oluşturur.
Büyük milletlerin büyük hikayeleri ve destanları vardır. Dolayısıyla İnsanın düşünsel ve duygusal varlığının kökeni hikayelere dayanır. Hikayesi olmayan insan, toplum ve milletlerin gerçek manada yaşamdan güçlü şekilde huzur ve mutluluk elde edemeyeceklerini ifade edebilirim.
Selamlar
09.12.2024
Bayram ERDEN