Dua kelimesi, “çağırmak, seslenmek, istemek; yardım talep etmek” mânasında olup, “küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyaz” anlamında isim olarak da kullanılır. Ayrıca Allah’a sunulacak talepleri sözlü veya yazılı olarak dile getiren metinlere de dua denilir. İslâm literatüründe ise Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tâzim duyguları içinde lutuf ve yardımını dilemesini ifade eder. Arapça’da kullanıldığı edatlara göre bir kimse için hayır duada veya bedduada bulunmak mânalarını da taşır. (TDV.İslam Ansiklopedisi)

Duanın ana hedefi insanın Allah’a halini arzetmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua kul ile Allah arasında bir diyalog anlamı taşır. Dua sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Bu sebeple insan tarihin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır.

Duanın kabulü için hiçbir şart olmamakla birlikte uygulamada bazı şeklî unsurlar vardır. Bunlar daha çok zaman, mekân ve dua şekilleriyle ilgilidir.

Mekke"de ilk Müslüman olanlardan biri olan Amr b. Abese “Ey Allah"ın Resûlü! Vakitler içerisinde Allah"a daha yakın olunacak bir an var mıdır? İbadet için tercih olunacak bir saat var mıdır?” sorusuna Resûlullah (sav), “Evet” diye cevap verdi ve şöyle devam etti: “Kulun, Allah"a en yakın olduğu vakit, gecenin sonlarına doğru olan vakittir. O saatlerde Allah’ı zikredenlerden olmak istersen ol. Çünkü güneş doğuncaya kadarki o vakitlerde kılınacak namaza melekler gelir ve özellikle şahitlik yaparlar.” (Nesâî, Mevâkît, 35)

Allah, kullarının kendisine yönelebilecekleri özel zamanlar bahşetmiştir. “Kulluğun özü” olarak nitelendirilen dua hakkında Yüce Rabbimiz, “Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim.” (Mü’min,60) buyurarak müminin kendisine yönelmesine her an karşılık vereceğini bildirmiştir. Zira dua insanın gayesidir, varoluş nedenidir. Kul, duası sayesinde Allah katında değer kazanır. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: “(Resûlüm!) De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkân,77) Ancak Allah’ın, rahmetinin eseri olarak kullarına sunduğu öyle zaman ve mekânlar vardır ki, bunlar müminin dualarının kabulü ve günahlarından arınması için birer fırsattır. İşte Allah Resûlü, Amr b. Abese’ye bu özel zamanlardan birini haber vermiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Rabbimizin, “Onlar (takva sahipleri) seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.” (Zâriyât,18) âyeti ile haber verdiği seher vakti, Allah ile kulunun buluştuğu bu özel vakitlerdendir. Allah Resûlü bu vakti değerlendirmek üzere geceleri teheccüt namazı için kalkıp dua ederdi.( İbn Hanbel, I, 298) Yüce Rabbimiz özellikle Sevgili Peygamberimize gece yarısı ibadetle meşgul olmasını tavsiye etmişti. Vahyin başladığı dönemlerde Cebrail, Efendimize gelmiş ve “Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısında kalk. Yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur"an"ı tane tane oku.” (Müzzemmil, 2-4) âyetlerini getirmişti.

Allah Resûlü’nün gece yaptığı dualarından birini Hz. Âişe şöyle anlatıyordu: “Bir gece Allah’ın Resûlü’nü yatakta bulamadım, onu elimle yoklayarak aramaya başladım. O sırada elim ayaklarının tabanlarına değdi. Ayaklarını dikmiş vaziyette secde hâlindeydi ve “Allah’ım! Gazabından rızana, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana tüm övgüleri saysam yine de bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.” diye dua ediyordu.( Müslim, Salât, 222) Sevgili Peygamberimiz ashâbını da bu vakitlerde ibadet ve duaya teşvik ederdi. Nitekim Câbir"in (ra) rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü şöyle buyurmuştu: “Gerçekten gecede öyle bir an vardır ki Müslüman bir kimse o âna rastlar da Allah’tan dünya ve âhiret işlerine ait bir hayır isterse, o isteğini Allah kendisine verir. Bu, her gece (böyle)dir.” (Müslim, Müsâfirîn, 166)

Bir başka sefer de Peygamber Efendimize, “Yâ Resûlallah, hangi dua daha çok kabule şayandır?” diye sorulmuş, Allah Resûlü,“Gece yarısından sonra ve farz namazların arkasından yapılan dualar.” diye cevap vermişti.( Tirmizî, Deavât, 79) Bu sözleriyle o, farz namazlardan sonra yapılan duaların önemine de dikkat çekiyordu.

Bir hadisinde Hz. Muhammet (sav), şöyle buyurmuştu: “Allah her gece, gecenin ilk üçte biri geçtiğinde dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve "Melik benim! Melik benim! Var mı bana dua eden, onun duasını kabul eyleyeyim? Var mı benden isteyen, istediğini vereyim? Var mı benden mağfiret dileyen, onu affedeyim?" buyurur. Ve bu hâl tanyeri ağarıncaya kadar böylece devam eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 169)

Yukarıdaki rivayetlerde gecenin değişik zamanlarının ifade edilmesi, faziletin bütün geceye şamil olduğu ve insanın durumuna göre hareket edebileceği bir genişliğin bulunduğu şeklinde yorumlamak sanırım yanlış olmaz.

Hz. Adem (as) dan beri mukaddes zaman ve mekânları dua ve ibadet için, kabul olma ümidi daha fazla olduğundan bir fırsat olarak değerlendirilmiştir.

Allah Yüce Kitabında bizzat kendisi bildirmiştir. “(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile bâtılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur"an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır.” (Bakara,185) âyeti, Ramazan"ın, senenin diğer aylarından farklı bir değeri olduğuna işaret eder. Kadir gecesi ise bu aya önemini veren daha da kıymetli bir zaman dilimidir. Kur’an, bin aydan daha hayırlı olan bu gecede inmiştir.( Kadir,1-3) Kadir gecesini ve onun içinde bulunduğu ayı değerli kılan işte budur... Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz, Ramazan’ın son on gününde, başka hiçbir zaman olmadığı kadar, ibadet ve kulluk için çaba gösterirdi.( Tirmizî, Savm, 73) “O gece nasıl dua edelim?” diye soran Hz. Âişe’ye, “Allah’ım! Sen affedicisin, affı seversin, beni affet.” duasını öğretmişti. ( Tirmizî, Deavât, 84)

Dua, Peygamberimizin bütün hayatını kapsıyordu. O, dua ile yatar, dua ile kalkardı. Her ânını dua ile süsleyen Sevgili Peygamberimiz, özel zamanlarda yapılan duaya, kulluk ve ibadete daha da önem verir, bütün samimiyetiyle Rabbine yönelirdi. Hatta bu vakitlerde söz ve isteklere dikkat etmeleri konusunda ashâbını uyarırdı. Zira bu vakitlerde, beddualar bile kabul olunabilirdi. Câbir b. Abdullah, Resûlullah"ın bu konuda şöyle buyurduğunu bildirmişti: “Kendinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua etmeyiniz. Olur ki, Allah’tan istenilenlerin ihsan edildiği bir zamana rastlarsınız da Allah dilediğinizi kabul ediverir.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 27)

Cuma, bayram ve kandil geceleri, üç aylar, mübarek gün ve geceler Efendimizin duaların kabul edileceği müjdesini verdiği bu zaman dilimlerindendir. Mesela Resûlü (sav) şöyle buyurmuşlar: “Şâban ayının on beşinci gecesi (Berat) olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünde (on beşinci günde) oruç tutun. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teâlâ dünyaya en yakın göğe inerek (rahmet nazarı ile bakarak) fecir oluncaya kadar, "Benden mağfiret dileyen yok mu, onu bağışlayayım! Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım! Belaya duçar olan yok mu, ona afiyet vereyim! Şöyle olan yok mu? Böyle olan yok mu?" buyurur.” (İbn Mâce, İkâmet, 191)

Peygamberimizin ifadesi ile üzerine güneş doğan en faziletli gün ise, cuma günüdür.( Müslim, Cum’a, 18) Hz. Peygamber (sav) cuma günü duaların kabul olunacağı vakti şöyle haber verir: “Onda öyle bir an vardır ki şayet bir Müslüman namaz kılarken o âna rastlar da Allah’tan bir şey isterse Allah, ona dilediğini mutlaka verir.” (Müslim, Cum’a, 13) 

Duaların kabule şayan olduğu mekânlardan hiç şüphesiz ilki, hac ibadeti için seçilen mukaddes belde Mekke’dir. Kâbe, Arafat, Müzdelife ve Mina gibi mukaddes mekanların bulunduğu yerdir. Medine de Mekke gibi bütün Müslümanlar için duaların kabul edildiği ve ibadetlerin daha faziletli sayıldığı bir mekân olarak kabul edildi.

Biz inananların hayatına farklı bir anlam katan tüm bu zaman ve mekânların değeri, Yüce Allah ile inanan kulun buluşmasına yaptıkları katkı ve şahitliktir. Kulun Rabbi ile buluşması olan dua; hem Allah’ın kuldan istediği hem de kulun Allah’tan niyaz ettiği eşsiz bir kıymettir. Duanın zaman ve mekân ile ilişkisi sayesinde mümin, varlıkla alemi ile bütünleşir, anlamlı ve derin bir bağ kurar. Zaman ve mekân ile kurduğu bu derûnî bağ sayesinde hayat ve dünya daha yaşanır bir hal alır. O hâlde biz müminler, Rabbimiz ile aramızdaki bağı kuvvetlendirmek için bizlere bir fırsat olarak sunulan zaman ve mekânları çok iyi değerlendirmeliyiz. Her fırsatta Yüce Allah’a dua ve niyazlarda bulunarak hayatımızı canlı tutmalıyız.