Haya; Sözlükte “utanmak, çekinmek” anlamlarına ve Türkçede daha çok “ar” kelimesiyle ifade edilen hayâ duygusu, genellikle yüzün kızarması, kişinin başını öne eğmesi, gözlerini kaçırması, şaşkın davranışlar sergilemesi gibi şekillerde dışa yansır. İnsanı kötülükten alıkoyup iyiliğe yönelten fıtrî bir ahlâk özelliği olmakla birlikte hayâ, kişinin içinde yaşadığı toplumun dinine, örf ve âdetlerine, yaşam tarzına göre şekillenir. Dolayısıyla değer yargılarının değişmesiyle hayânın toplumdan topluma, hatta bireyden bireye farklılık göstermesi mümkün olduğu gibi, değerlerin hiçe sayıldığı bir ortamda tamamen yok olması da ihtimal dâhilindedir (Hadislerle İslam,3/219).

Kur’ân-ı Kerîm’de üç âyette hayâ kelimesinin zikredilmektedir. Kasas sûresinde, Hz. Şuayb’ın kızlarından birinin Hz. Mûsâ ile utanarak konuştuğu (Kasas, 25); Ahzâb sûresinde, bazı müslümanların Resûl-i Ekrem’i uygunsuz zamanlarda rahatsız ettikleri, fakat onun hayâsından dolayı bu rahatsızlığını ifade edemediği, ancak Allah’ın gerçeği bildirmekten hayâ etmeyeceği (Ahzap,53) belirtilmekte; başka bir âyette ise müşriklerin Kur’an’da arı, karınca, sinek gibi küçük yaratıkların örnek olarak gösterilmesinin fesahatle bağdaşmadığı yolundaki iddialarına karşı, “Şüphesiz Allah -gerçeği açıklamak için- sivri sineği ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten hayâ duymaz” şeklinde cevap verilmektedir (Bakara,26). Son ayetteki, “kötü ve çirkin bir işi yapmayı zâtına lâyık görmeme, daima iyi olanı yapma” şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmişlerdir. (TDV. İslam Ansiklopedisi, Haya Md.)

Peygamberlerin önemli vasıflarından biri olan hayâ erdemi için Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsanlık, ilk günden beri bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri bir söz bilir: Şayet utanmıyorsan, dilediğini yap!” (Buhârî, Edeb, 78). 

İnsanın doğasında var olan hayâ duygusunu, Allah’ın belirlediği ilkeler doğrultusunda şekillendirerek şahsımızla bütünleşen bir karakterimiz olmalıdır. Böylece doğruyla yanlışı ayırt ederken Rabbimizin yasakladığı söz ve fiilleri yapmaktan hayâ ederiz. İşte bu sebepledir ki Allah Resûlü, “İman, yetmiş küsur parçadır. Hayâ da imandan bir parçadır.” buyurmuş,( Müslim, Îmân, 57) hayâ ile imanın birbirine bağlı olduğunu ifade etmiştir.( Hâkim, Müstedrek, I, 30 (1/23) Bir defasında fazla utangaç olduğu gerekçesiyle din kardeşini azarlayan birini görünce, “Onu (kendi hâline) bırak. Çünkü hayâ, imandandır.” demiştir.( Buhârî, Edeb, 77)

“Her dinin (kendine özgü) bir ahlâkı vardır; İslâm ahlâkı (nın özü) hayâdır.” (İbn Mâce, Zühd, 17) buyuran Allah Resûlü, biz müminlere söz ve fiillerinde hayâ üzere davranmamızı emretmektedir. Hz. Peygamberin bizzat kendisi de davranışları ve tavrıyla inananlar için bir hayâ timsali olmuştur.

Ashâbını hayâlı olmaya teşvik eden Resûlullah, “Arsızlık nerede ve kimde olursa olsun çirkinleştirir; hayâ ise nerede ve kimde olursa olsun zarifleştirir.” (Tirmizî, Birr, 47) buyurmuş ve hayâ sahibi kimselerden övgüyle bahsetmiştir. Meselâ, ashâbının faziletlerinden bahsettiği bir konuşmasında Hz. Osman"ı “ashâbın en hayâlısı” olarak tanımlamış (Tirmizî, Menâkıb, 32) ve Hz. Osman, asr-ı saadette, bu üstün hayâ duygusuyla şöhret bulmuştur( Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 26).

Allah Resûlü “Gücün yettiğince avret yerlerini kimseye göstermemeye çalış! diye nasihatte bulunduğu bir sahâbînin, yalnız kaldığı zamanlarda da avret yerlerini örtmesinin gerekli olup olmadığını sorması üzerine şöyle cevap vermiştir: “Kendisinden hayâ edilip utanılmaya en lâyık olan, Allah"tır.” (Tirmizî, Edeb, 22) Böylece inananlara, herkesten önce Allah"tan hayâ etmek gerektiğini bildiren Hz. Peygamber, O"ndan nasıl hayâ edileceğini de yine kendisi öğretmiştir. Bir gün ashâbına, “Allah"tan gereği gibi, hakkıyla hayâ edin!” buyurunca onlar, “Ey Allah"ın Resûlü! Elhamdülillâh biz Allah"tan hayâ ediyoruz.” demişlerdi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem şöyle açıklamıştı sözlerini: “Bu, sizin anladığınız gibi değildir! Allah"tan hakkıyla hayâ etmek, baş ve başta bulunan organlarla, karın ve karnın içine aldığı organları (her türlü günah ve haramdan) korumak, ölümü ve (toprak altında) çürümeyi daima hatırlamaktır. Âhireti arzu eden, dünyanın süsünü terk eder. Kim bu şekilde davranırsa Allah"tan gereği gibi hayâ etmiş olur.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 24)

Bazı söz ve davranışları; başkalarından utandığımız, tepkilerinden çekindiğimiz için yapmaktan rahatsızlık duyarız. Aynı şekilde Allah’ın rızasını kaybetmekten korktuğumuz için O’nun sevmediği amelleri terk etmemiz de hayamızın gereğidir. Allah’ın bizleri an be an gördüğü bilinciyle yaşamamız, Allah’tan hayâ etmemiz, bizleri takva sahibi bir mümin olmamızı  sağlar ki, Allah’ın, kullarından talebi de budur. Nitekim, “Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır.” (A’râf, 26) âyetindeki “takva elbisesi” tabiriyle “hayâ”nın kastedildiği belirtilmiştir.( Taberî, Câmiu’l-beyân, XII/366-367)

Allah Resûlü, hayâ ile ilgili; “Hayâ bütünüyle hayırdır” ( Müslim, Îmân, 61),  “Hayâ sadece iyilik getirir” (Buhârî, Edeb, 77); “Dört haslet peygamberlerin sünnetindendir: Hayâ, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek” (Tirmizî, Nikâḥ, 1) buyurmaktadır.

Hz. Peygamber hayâyı teşvik ettiği bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Allah hayâ sahibidir, ayıp ve kusurları örter. Hayâyı ve örtünmeyi sever, sizden biriniz gusledeceğinde başkalarına görünmesin (kapalı yerde yıkansın)” (Ebû Dâvûd, Hammâm, 1). Başka bir hadisinde ise Allah’ın dualara muhakkak karşılık vereceğini ifade etmek üzere, “Şüphesiz Yüce Rabbiniz son derece hayâ sahibi ve cömerttir. Kulu (dua etmek için) O’na ellerini kaldırdığı zaman, o elleri boş çevirmekten hayâ eder.” buyurmuştur ( Ebû Dâvûd, Vitr, 23). 

Biz müminler için hayâ, iyiyi ve güzeli yapmaya sevk eden ahlâkî bir erdemdir. Bu nedenle insanlık tarihi boyunca bütün ilâhî dinler söz, fiil ve davranışlarda hayâlı olmayı emretmiştir. Edep ve ahlâkın en temel bir unsuru olarak hayâ, toplumumuzda da nesiller boyu üstün bir ahlâkî meziyet olarak görülmüştür. Ancak ahlâkî değerlerin giderek yozlaştığı günümüz toplumunda hayâ duygusu da eski konumunu kaybetmeye başlamıştır. Öyle ki önceleri hayâ sahibi olan kişiler övülür, değerli görülürken, şimdilerde hayâlı olmak bir utanç ve eksiklik sebebi gibi algılanır hâle gelmiştir. Edebe aykırı sözleri herkese karşı söyleyebilmek, ahlâksız davranışları alenî olarak işlemek, bazı çevrelerde, cesaretin, özgüvenin ve özgürlüğün en önemli göstergesi kabul edilmektedir. Halbuki hayâyı kaybetmek, öncelikle bireyi “en şerefli varlık” olmaktan çıkararak değersizleştirir. Birlikte yaşamanın temeli olan saygıyı ortadan kaldırarak, sosyal hayatta riayet edilmesi gereken sınırları ortadan kaldırır. Nitekim dilimizde, utanç duyulması gereken hâl ve davranışları çekinmeden yapan kimseler için kullanılan “ar damarı çatlamış” tabiri, hayâsızlığın insanın yaratılışını bozan bir hâl olduğuna dikkatleri çekmektedir. Sırf çıkar ve menfaatleri ve siyasi hesapları için utanmadan ve sıkılmadan doğruların ve hakikatlerin üstünü örterek, algı oluşturmak suretiyle vatanına, milletine ve dinine zarar verenlerin edepten ve hayadan nasip olmamış zavallılar olduğunu maalesef görüyoruz. Nereden bakarsak bakalım, değişmeyen bir manzara var. İster sosyal medyada, ister sosyal hayatta, ister giyim- kuşamda ve ister tutum – davranışlarda edep ve hayayı mumla arar olduk. Suretâ haktan gözüküp, bu milletin ve ümmetin canına, malına, namusuna ve topraklarına göz diken ehl-i salibin uşaklığını yapanlar hayâ duygusunu kaybedenlerdir.

Biz müminler için hayâ, ahlâklı ve onurlu bir hayatı yaşatmanın ötesinde, kişinin imanını yansıtan ve onu Allah katında değerli kılan bir değer olduğu unutmayalım. Zira Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Hayâ imandan neşet eder, (ehl-i) iman da cennete gider. Çirkin söz ve davranış ise kabalıktan ve kötü ahlâktan neşet eder. Kötü ahlâk (sahibi olanlar) da cehenneme gider.” (Tirmizî, Birr, 65)

                                                                                                                         Ali Rıza Tahiroğlu

                                                                                                                      DİB. Başkanlık Müftüsü